18 Mart 2015

Her Mimar, Biraz Filozof Olmalı..

Mimarlık ve Felsefe

MimarlıkMimarlık ve felsefe gibi iki ayrı disiplini birbirleriyle bağdaştırmakta güçlük çekmiş olabilirsiniz, hele ki, mesleğiniz mimarlık ise, ancak felsefeciler için durum böyle değildir. Onların, hemen her konuda söyleyecek sözleri mutlaka vardır. Milattan önceki dönemlerden itibaren, gökyüzündeki gezegenlerden, insan zihnine kadar geniş bir yelpazede düşünceler üretip, anlamaya, anlamlandırmaya çabalayan filozofların, mimarlığın ne olduğu ve nasıl olması gerektiği üzerine fikir üretmediklerini düşünmek elbette yanıltıcı olur. 

Bugün, her biri bağımsız disiplinler olan; gerek fen, gerekse sosyal bilimler, başlangıçta felsefenin ilgi alanında idiler. Zamanla bilimlerin gelişimi, felsefeyi sınırlandırmış olsa da, hala filozofların söyleyecek sözü bitmemiştir. Mimarlığın bu disiplinler arasındaki yeri ise çok daha özeldir.Rönesans dönemine kadar; resim, müzik, heykel gibi sanat dalları arasında görülen mimari, filozoflarca genellikle sanat felsefesi içinde değerlendirilerek, ekseriyet estetik kaygılar üzerinden kritik edilmiştir. Daha sonra, mimarlık kendi özel alanını yaratarak, bağımsızlığını ilan etmiş, felsefecilerin mimarlığı, yerini mimarlığın felsefesine bırakmıştır. 

Tüm bunların dışında mimarlığı; kendi felsefi görüşlerinin daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla, bir benzetme aracı olarak kullanan filozoflar da vardır. "Düşünüyorum, öyleyse varım." kelamının müsebbibi Descartes, her şeyden şüphe duyarak başladığı ve sonunda tanrıya ulaştığı felsefi yolculuğunda, zihinlerdeki bilgi kirlenmesini, şehirlerin yapılanması üzerinden betimlemeyi denemiştir. "Yöntem Üzerine Konuşma" adlı eserinde mimarlığa dair geçen satırlar şöyledir: 
"...Onun içindir ki, tek bir mimarın ele alıp tamamladığı yapıların, bir çok mimarın, başka amaçlarla yapılmış olan eski duvarları kullanarak, yamayıp onarmaya çalıştıkları yapılarından daha güzel ve daha düzenli oldukları görülür.
Onun içindir ki, önceleri kasaba iken, zamanla büyük kent olan o eski siteler, bir mimarın bir ovaya dilediğince çizdiği düzgün meydanlar karşısında, genellikle son derece oransızdırlar. Buralarda bulunan yapıların her biri ayrı ayrı dikkate alındıklarında, ötekiler kadar ustaca görünmelerine karşın, bunların nasıl düzenlendiklerine bakıp, burada büyük bir yapı, orada küçük bir yapının yer aldığı, bu yapıların, yolları eğri ve eşit olmayan bir biçime soktuklarını gördüğünde, insan onları böyle düzenleyenin, aklını kullanan insanlar değil de, felek olduğunu düşünüyor. (...) Onları, yalnızca bir başka biçimde yeniden yapmak ve böylece sokakları daha güzelleştirmek amacıyla, bir kentin bütün evlerinin yıkıldığı görülmüş şey değildir, ama bir çok insanın, yeniden inşa etmek için kendi evini yıktığını ve dahası, kimi zaman, kendiliğinden yıkılma tehlikesi bulunduğu ve temellerinin sağlam olmadığı durumlarda, bunu zorunlu olarak yaptığını görüyoruz. "  
Filozof
Tıpkı sayısız mimarların, şehir planlamacılarının, belediyelerin, bürokrasinin etkisinde, irili ufaklı yapılar, eğreti sokaklar ile kirlenen şehirlerimiz gibi, zihinlerimiz de farklı kaynaklardan gelen bilgi kirlenmelerine maruz kalmaktadır. Temelleri sarsılan, tahrip olan binalar misali, doğruluğu şüpheli, sağlam kaynaklara dayanmayan düşüncelerimiz de yıkılıp, yerine yenileri inşa edilmelidir, diyor Descartes. 

Madem ki bir filozof, felsefesine alet edebilmektedir mimarlığı, o halde mimarlar da filozof edasıyla icra etmelidir mesleğini; ki özünde, yoktur birbirlerinden farkları..

Alanları şekillendiren, mekanları kurgulayan mimar; her şeyden önce gözlemler, deneyimler, araştırır; tıpkı filozofların düşünce sistemlerini kurmaya başlarken, sorgulayan,araştıran, gözlemleyen tavırları gibi..

Önce mimarın zihninde belirir yapı, ancak havada asılı duran boş kütleler gibi değil, mühendislik kurallarına, statik kaidelere bağımlı, ancak mimarın şahsına ve tarzına bağlı; tıpkı filozofların kendilerine özgü, ancak mantık kurallarına bağlı fikirleri gibi..

Zihindeki imgeler, önce mimarın karalamalarında, çizgilerinde, sonra da taşta, tuğlada, betonda,  biçimlenerek üç boyuta evrilirken, filozofun düşünceleri de kelimelerden, metinlere, sonra da kitaplar ile insanlığa mal olur. 

Tüm bunların ötesinde, felsefe ve mimarlığın asıl ortak paydasını henüz söylemedim. Her iki disiplinin de çabalarının odak noktasında "insan" vardır, "insan" olmalıdır. Aksi takdirde Descartes'in felsefesinde betimlediği eğreti düşünceler gibi; şehirlerin eğreti yapıları, filozofların sistemleşememiş eğreti düşünceleri kalır geriye..

Yaşadığınız şehirlerin siluetlerine bakarken, üzülerek iç geçiriyorsanız, içerisinde gezindiğiniz yapıların mekanları ruhunuzu daraltıyor, koridorlarında gezinirken, labirentin içindeymiş misali, kaybolmuşluk hissi yaşıyorsanız, biliniz ki; o şehirlere, o yapılara, filozof olamamış mimarların eli değmiştir.

Herkes felsefeci olabilir, ancak herkes "filozof" olamaz. Lakin benim ülkemde, mimarlık fakültelerinden mezun olan herkes "mimar" olabilmekte, ne dersiniz, bu işte bir yanlışlık mı var acaba ? 

Kaynak:"Felsefe-Mimarlık İlişkileri:Descartes Örneği" Gürhan Tümer. Mimarlık 82/3

Creative Commons Lisansı
Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir.Tüm Yazılar Creative Commons Al 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...