Stoa Felsefesi
Hellenistlik-Roma çağında Kıbrıslı Zenon(M.Ö.336-M.Ö.264) tarafından M.Ö.300 yılında kurulmuş olan Stoacı Okul, temsilcileri arasında; bir köle olan Epiktetus ile Roma İmparatoru Marcus Aurelius'un da bulunduğu, farklı kesimlere hitap eden bir felsefe öğretisidir. Antik Yunan mimarisinde agora çevresinde üstü kapalı sütunlu galeriler "Stoa" olarak adlandırılır. Bu felsefe ekolü de derslerini sütunlu galeriler arasında verdiğinden Stoa Felsefesi olarak adlandırılmıştır.
Stoacılık; zorluklara sızlanmadan katlanmayı ifade eden, ilk kez felsefeyi; ahlak, mantık ve fizik olarak bölümlere ayırmış, ancak ağırlıklı olarak ahlak ve yaşam sanatı üzerine odaklanmış bir felsefedir.
Bu felsefeyi anlatmaya başlamadan önce , ilk kez ne zaman düşünmeye başladığınızı net olarak söyleye bilir misiniz? Düşünmek; doğar doğmaz gerçekleştirdiğimiz bir eylem midir? Ya da düşünmek, doğduğumuz anda başlamış da biz geçmişi unuttuğumuz için bunu idrak edemiyor muyuz? Düşünmek için bir dile ihtiyaç var mı? Eğer var ise, düşünme eylemi, bir dili öğrenmekle mi başladı? Tabi bu soruları çoğaltmak mümkün. Yanıtlarını Stoacılık'tan dinleyelim.
Düşünmek ve dil doğuştan sahip olduğumuz yetiler değillerdir. Zihnimiz boş bir levha misali dünyaya geliriz. Ancak duyu organlarımız yani algılarımız aktiftir. Algıladıklarımız, bu boş levhada izler bırakmaya başlar. Bu izler, tekrarlana tekrarlana kavramlara, genel idelere dönüşür. Zira zihnimizin kavram üretme yetisi doğuştan vardır. Örneğin bir çiçeği görürüz, zihnimizin boş levhasında bir çiçek izi oluşur, sonra defalarca bu çiçeği görür, ona "çiçek" dendiğini işitme algımız sayesinde duyumsarız. Zamanla gördüklerimiz ve duyduklarımızın tekrarı, bunların birbirleriyle örtüşmesine ve tüm insanlar için geçerli "çiçek" kavramının oluşmasına yani felsefi ifade ile tümel, genel geçer kavramlara dönüşmesine neden olur. Peki ya ölüm, zaman, mekan gibi duyu algılarımız dışındaki kavramları nasıl ediniriz? Bunları da bir takım benzetmeler, analojiler kurarak; karşılaştırma ve ilişkiler kurma gibi zihinsel işlevler ile kavrarız.
Sanırım yukarıdaki sorulara, bir nebze yanıt vermeyi başardı, Stoa Felsefesi. Peki, dünya düzenini nasıl kavraya biliyoruz ? Buna da ilginç bir yanıtları var. Madem ki dünyayı aklımız ile kavramaktayız, insanoğlunun aklı gibi evrenin de aklı var. Ve insan aklı, evrensel aklın bir parçası; özleri bir olduğu için de, insan evreni kavrayabiliyor.
Evrendeki ussal ilkelerin yine evrene içkin olan tanrının eseri olduğunu, özetle evrenin aklının, Tanrı olduğunu ifade ediyorlar. Üstelik doğanın düzeni gözlemlendiğinde, onun her bir parçasının belirli bir amaçla ve birbirini tamamlar halde olduğunu görerek, buradan; ahlak öğretilerini de temellendiriyorlar.
Evrenin belirli bir amaca doğru ilerlemesini sağlayan, ussal ilkeleri işleten aklı yani evrene içkin olan Tanrı, her şeyin düzenini insanoğlunun iyiliği için tasarlamıştır. Bu durumda insanların da, doğaya uyum sağlaması, şikayet etmemesi, karşısına çıkan güzellikler gibi kötü olarak gördüklerinin de onun iyiliği için olduğunu bilerek, sızlanmadan kabullenmesi gerekir.
Stoacıların, her şeyin iyisini isteyen Tanrı düşüncesi, evrendeki kötülük sorunun çözülmesinde bir problem yaratmışsa da, bu felsefe, bu soruna tatminkar yanıtlar verememiştir.
Stoacılar evreni bütün bir organizma olarak düşünürler. İnsan da bu organizmanın bir parçasıdır ve bütünün amacına uygun hareket etmesi gerekir. Nasıl ki evren aklın idaresinde ise, insanda akla uygun yaşamalıdır. İşte bilgelik, insanın kendisini doğanın parçası olarak görmesi ve dünyanın gidişini sessizce kabullenmesi demektir.
Stoacılar her ne kadar, dingin ruh haliyle, şikayet etmeden yaşamayı yeğleseler de, zaman zaman hayatın ağır şartları ile karşılaşmışlar, buna bakarak, yaşamak gibi ölme hakkının da insanın kendi elinde olması gerektiğine kanaat getirmişlerdir. Bu nedenle pek çok Stoacı filozofun, hayatını intihar ederek sonlandırdığı bilinmektedir.
Bu felsefenin en tanınmış simalarından Epiktetos, insanın; yeryüzünde kendine biçilmiş rolü oynayan bir tiyatro sanatçısı gibi hayatını sürdürmesini. Rolüne itiraz etmeden, oyunun seyrini değiştirme gücü olmadığını kabullenerek, bir razı oluş içinde yaşamanın gerekliliğini vurgular. Yani insan kendisine ne verilmişse onunla yetinmeli daha fazlasını istememelidir, aksi durumda bu, insanı mutsuzluğa götürecektir.
Evrenin bir aklı vardır. Bu akıl; evrene içkin olan tanrıdır. Tanrı; bir orkestra şefi misali, tüm enstrümanlarını ahenkle yönlendirerek, en iyi müziği icra etmektedir. İnsan; bu orkestradaki herhangi bir müzik aletinden farksızdır. Evrenin, tanrıca belirlenmiş en iyisine ulaşma yolunda, kendisine biçilen görevi sızlanmadan kabullenmelidir. Stoacılığın genel tavrı budur. Bu mükemmel tanrının emrindeki evrende, kötülük neden vardır? Evren, tanrının belirlediği amaca doğru evrilirken, insanın özgür iradesine yer açmak nasıl mümkün olabilir? Sızlanmadan kabulleniş üzerine kurulu bu felsefe ekolünde, filozofların çoğunun, intihar ederek hayatını sonlandırması nasıl izah edilebilir ?
Yukarıdaki sorulara Stoa felsefesinin içinde yanıt bulmak güç. Tanrının mükemmel doğasında, tek akıl sahibi insanoğlunun olmuş olması, kanımca özgür iradenin varlığına en büyük kanıttır. Değiştirebileceklerimiz karşısında kabullenmek yerine savaşmak, değiştiremediklerimizi sukunetle kabullenmek, ancak bunların ayırtına varabilmemiz içinde, tanrının bizlere bahşettiği bir aklımız olduğunu bilmek, ne büyük mutluluk.
Stoacılık; zorluklara sızlanmadan katlanmayı ifade eden, ilk kez felsefeyi; ahlak, mantık ve fizik olarak bölümlere ayırmış, ancak ağırlıklı olarak ahlak ve yaşam sanatı üzerine odaklanmış bir felsefedir.
Bu felsefeyi anlatmaya başlamadan önce , ilk kez ne zaman düşünmeye başladığınızı net olarak söyleye bilir misiniz? Düşünmek; doğar doğmaz gerçekleştirdiğimiz bir eylem midir? Ya da düşünmek, doğduğumuz anda başlamış da biz geçmişi unuttuğumuz için bunu idrak edemiyor muyuz? Düşünmek için bir dile ihtiyaç var mı? Eğer var ise, düşünme eylemi, bir dili öğrenmekle mi başladı? Tabi bu soruları çoğaltmak mümkün. Yanıtlarını Stoacılık'tan dinleyelim.
Düşünmek ve dil doğuştan sahip olduğumuz yetiler değillerdir. Zihnimiz boş bir levha misali dünyaya geliriz. Ancak duyu organlarımız yani algılarımız aktiftir. Algıladıklarımız, bu boş levhada izler bırakmaya başlar. Bu izler, tekrarlana tekrarlana kavramlara, genel idelere dönüşür. Zira zihnimizin kavram üretme yetisi doğuştan vardır. Örneğin bir çiçeği görürüz, zihnimizin boş levhasında bir çiçek izi oluşur, sonra defalarca bu çiçeği görür, ona "çiçek" dendiğini işitme algımız sayesinde duyumsarız. Zamanla gördüklerimiz ve duyduklarımızın tekrarı, bunların birbirleriyle örtüşmesine ve tüm insanlar için geçerli "çiçek" kavramının oluşmasına yani felsefi ifade ile tümel, genel geçer kavramlara dönüşmesine neden olur. Peki ya ölüm, zaman, mekan gibi duyu algılarımız dışındaki kavramları nasıl ediniriz? Bunları da bir takım benzetmeler, analojiler kurarak; karşılaştırma ve ilişkiler kurma gibi zihinsel işlevler ile kavrarız.
Sanırım yukarıdaki sorulara, bir nebze yanıt vermeyi başardı, Stoa Felsefesi. Peki, dünya düzenini nasıl kavraya biliyoruz ? Buna da ilginç bir yanıtları var. Madem ki dünyayı aklımız ile kavramaktayız, insanoğlunun aklı gibi evrenin de aklı var. Ve insan aklı, evrensel aklın bir parçası; özleri bir olduğu için de, insan evreni kavrayabiliyor.
Evrendeki ussal ilkelerin yine evrene içkin olan tanrının eseri olduğunu, özetle evrenin aklının, Tanrı olduğunu ifade ediyorlar. Üstelik doğanın düzeni gözlemlendiğinde, onun her bir parçasının belirli bir amaçla ve birbirini tamamlar halde olduğunu görerek, buradan; ahlak öğretilerini de temellendiriyorlar.
Evrenin belirli bir amaca doğru ilerlemesini sağlayan, ussal ilkeleri işleten aklı yani evrene içkin olan Tanrı, her şeyin düzenini insanoğlunun iyiliği için tasarlamıştır. Bu durumda insanların da, doğaya uyum sağlaması, şikayet etmemesi, karşısına çıkan güzellikler gibi kötü olarak gördüklerinin de onun iyiliği için olduğunu bilerek, sızlanmadan kabullenmesi gerekir.
Stoacıların, her şeyin iyisini isteyen Tanrı düşüncesi, evrendeki kötülük sorunun çözülmesinde bir problem yaratmışsa da, bu felsefe, bu soruna tatminkar yanıtlar verememiştir.
Stoacılar evreni bütün bir organizma olarak düşünürler. İnsan da bu organizmanın bir parçasıdır ve bütünün amacına uygun hareket etmesi gerekir. Nasıl ki evren aklın idaresinde ise, insanda akla uygun yaşamalıdır. İşte bilgelik, insanın kendisini doğanın parçası olarak görmesi ve dünyanın gidişini sessizce kabullenmesi demektir.
Stoacılar her ne kadar, dingin ruh haliyle, şikayet etmeden yaşamayı yeğleseler de, zaman zaman hayatın ağır şartları ile karşılaşmışlar, buna bakarak, yaşamak gibi ölme hakkının da insanın kendi elinde olması gerektiğine kanaat getirmişlerdir. Bu nedenle pek çok Stoacı filozofun, hayatını intihar ederek sonlandırdığı bilinmektedir.
Epiktetos |
Evrenin bir aklı vardır. Bu akıl; evrene içkin olan tanrıdır. Tanrı; bir orkestra şefi misali, tüm enstrümanlarını ahenkle yönlendirerek, en iyi müziği icra etmektedir. İnsan; bu orkestradaki herhangi bir müzik aletinden farksızdır. Evrenin, tanrıca belirlenmiş en iyisine ulaşma yolunda, kendisine biçilen görevi sızlanmadan kabullenmelidir. Stoacılığın genel tavrı budur. Bu mükemmel tanrının emrindeki evrende, kötülük neden vardır? Evren, tanrının belirlediği amaca doğru evrilirken, insanın özgür iradesine yer açmak nasıl mümkün olabilir? Sızlanmadan kabulleniş üzerine kurulu bu felsefe ekolünde, filozofların çoğunun, intihar ederek hayatını sonlandırması nasıl izah edilebilir ?
Yukarıdaki sorulara Stoa felsefesinin içinde yanıt bulmak güç. Tanrının mükemmel doğasında, tek akıl sahibi insanoğlunun olmuş olması, kanımca özgür iradenin varlığına en büyük kanıttır. Değiştirebileceklerimiz karşısında kabullenmek yerine savaşmak, değiştiremediklerimizi sukunetle kabullenmek, ancak bunların ayırtına varabilmemiz içinde, tanrının bizlere bahşettiği bir aklımız olduğunu bilmek, ne büyük mutluluk.
Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir.Tüm Yazılar Creative Commons Al 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Makaleniz çok hoşuma gitti. Marcus Aurelius'la ilgili yazdığım bir makalede bu yazıyı da tavisye ettim. Buradan ulaşabilirsiniz: http://bit.ly/1NP2evV
YanıtlaSilYazımı beğenmeniz ve paylaşmanız beni çok mutlu etti. Bu vesile ile daha fazla kişiye ulaşacağını umuyorum. Sızin makalen8z de oldukca ilgi cekiciydi. Tebrikler.
SilPeki insanoğlunun yapısındaki kötülük ve insahoğlunun evrenin bir parçası olması evrenide (tanrıyı) kötü özelliklere mi sahip yapar
YanıtlaSilStoa felsefesi gerçekten insana mutluluk verebiliyor. Ama bazı çelişkileri mevcut.
YanıtlaSilBir nevi kadercilik bence stoacilik ilginc oldugu kadar bir o kadar da bana ters.Yani hic birseyi sorguluyamamak ve kaderine razi olmak bana ters gelen yonu.Sanirim tek Tanrili dinler icin ideal bir de diktatorlukler icin sorgulama kaderine razi ol ve yasa.
YanıtlaSilFatalizme götürdüğüne inanıyorum bu durumun..intiharlar da o zaman Tanrıyla boy ölçüşmek mi oluyor sorusu evriliyor aklımda..makale çok güzel olmuş
YanıtlaSilNe güzel, açıklayıcı bir yazı. Bugün mimari bir öge olan Stoa'yı araştırırken buldum kendimi burda, emeklerinize teşekkürler.
YanıtlaSilMerhaba, çok teşekkür ederim. Mimar mısınız? Ben de mimarlık okudum. Sonra felsefe de okuyunca böyle bir blog hazırlamaya başladım. Olumlu geri dönüşler almak beni çok mutlu ediyor. instagram hesabınız var ise @felsefe.alemi olarak da beni takip edebilirsiniz, blogdaki ilginç yazıları önce orda paylaşıyorum...
Sil