6 Haziran 2015

Seçim Vaadimi Açıklıyorum: Her Eve Altın Klozet !

Thomas More, Ütopya


thomas moreSeçimlere günler kala siyasilerin söz düelloları da hızlandı. Siyaset sahnesinin son gündemini Cumhurbaşkanlığı Köşkünün klozetleri meşgul etmekte. Bir taraf ısrarla klozetlerin altın olduğunu iddia ederken, karşı taraf ise bunu yalanlamakta. Halk olarak bizler de bir yandan klozet polemiğini gülümseyerek seyrederken, diğer yandan da siyasetin içine düştüğü seviyesizlik karşısında şaşkın haldeyiz. Ancak sanmayın ki bu tür tartışmalar sadece bizim ülkemizde gerçekleşiyor. Tarihe dönüp baktığımızda işi daha da ileriye götürüp; halkın kullanacağı tuvaletlerin bizzat altın olmasını öneren yöneticilere, düşünürlere rastlamak da mümkün. Fakat bir farkla; bugün bizdeki tartışmalar, siyasilerin lükse düşkünlüğünden duyulan rahatsızlığı dile getirmek gayesi ile altın klozet noktasından yola çıkarken, tarihteki düşünürlerin amacı farklıdır. Onlar insanoğlunun defi hacet ihtiyacını altın helalarda gidererek, değerli addettikleri altını değersizleştirmeyi amaçlamaktadırlar. 

Bugün siyasilerin servetleri üzerinden birbirleriyle yaptıkları tartışmaları Thomas More görmüş olsa idi; ünlü eseri Ütopya'yı önümüze koyup, bizlere, bu tür tartışmaların anlamsız olduğu bir ülke düzeni kurmanın mümkün olabileceğini anlatırdı, belkide. 

Ütopya kelime olarak "olmayan yer" anlamına gelmektedir. More, ünlü yapıtında gerçekte var olmayan, kendi kurguladığı bir adadan bahseder. Düşünürün asıl gayesi, adil ve eşitlikçi bir düzen kurmaktır. Bunun tek yolu da mülkiyetin ve paranın olmadığı bir düzendir. 

Öyle bir ada düşleyin ki, birbirine ulaşımı kolay 54 ayrı kentten oluşmuş olsun. İki ya  da üç katlı bahçeli evler, bahçeler çeşit çeşit çiçeklerle bezeli, halkın birbiriyle yarıştığı tek konu hangisinin bahçesinin en güzeli olacağından başka bir şey olmasın. Bu adada para ve mülkiyete yer yok. Her şey, herkesin malı; böyle olunca bahçeler arasında duvarlara, evlerin kapılarında kilitlere de yer yok, zira bu adada hırsızlığa yer yok. 

Evlerde bir kaç ailenin birlikte yaşadığını varsayın; hani dedelerin, ninelerin çocukları ve torunları ile yaşadığı eski kalabalık aileler gibi. Her mahallede geniş bir salonu barındıran, o mahalle sakinlerinin topluca yemek yedikleri bir bina. Bu binada mahallenin kadınları sıra ile yemek yapmakta. Bu yemeklerde masaya yaşlı ve gençlerin yanyana oturmasına özellikle dikkat edilerek, hem mahalle sakinleri birbiriyle kaynaşırken, kuşak çatışmasının da önüne geçilmekte. 

Her aile belirli süreler ile evlerini diğer ailelerin evleri ile değiştirmekte. Sizin evin manzarası bizimkinden daha iyi yarışı bile yok bu adada. Düşünsenize günümüzde boğaz manzaralı bir ev ile herhangi bir sokağa bakan evde yaşayanlar aynı etten kemikten yaratılmış olmalarına rağmen, sırf evlerinin manzarasından dolayı bile sınıfsal ayrıma tabidirler, bu gülünç değil mi? Doğanın manzaraları bile, herkesin malıdır Ütopya'da. 

Günde en fazla altı saat çalışılır bu adada. Sabahları üç saat ve öğleden sonra üç saat. Geri kalan zamanlarda kişilerin okuyup yazmaya, kendilerini entellektüel açıdan geliştirmelerine vakit ayırmaları sağlanmış olur, böylece. Zira Ütopya Adasında kişilerin düşünsel açıdan gelişmiş ve özgürleşmiş olmalarına özellikle önem verilir. Öyle ki her gün, halkın isteğe bağlı olarak katılacağı, eğitici konferanslar düzenlenir. Çoğunuzun, iş saatlerinizin yoğunluğundan dolayı kitap okumaya, sinemaya, tiyatroya gidememekten şikayet ettiğinizi duyar gibiyim. Bugünkü dünya düzenimizin, çoğumuzu çalışmaya odaklayarak, entellektüel gelişimimize zaman ayıramayıp, beynimizi dumura uğrattığının farkında mıyız acaba ?


siyaset
Her şehrin bir çarşısı vardır. Halkın hepsi çiftçilik yapmadığından, esnaf ve diğer zanaatkarların gıda ihtiyaçlarını karşılamalarına da yardımcı olur bu çarşılar. Zaten çarşılarda halkın zorunlu ihtiyaçları giderilir. Zorunlu ihtiyaçlar dışındaki ekstra taleplere yer verilmez, aksi durumda ihtiyaçların artması, bu ihtiyaçları üretmek için daha fazla çalışılmasına, bu da kişilerin düşünsel faaliyetlerine daha az zaman ayırmalarına neden olur. Çarşı dediysem, üretilen tüm ürünlerin sergilendiği bir alan düşünün, para ödemeksizin herkes ihtiyacı olanı alır. Her şeyi herkes birlikte üretip, birlikte tükettiği için, açgözlülük yapıp gereğinden fazla alım da olmaz bu çarşılarda. 

Her aile belirli dönemlerde tarımsal alanlara yerleşip çiftçilik yapar. Yani şehirli köylü ayrımı da yoktur Ütopya'da. 

Para olmadığı gibi elmas, inci, altının da bir anlamı yoktur adalılar için. Tabaklarını, bardaklarını topraktan, camdan yapar, ancak zorunlu ihtiyaçlarını gidermek için kullandıkları lazımlıkları altındandır. Hatta yüzyıllar sonra Lenin, Thomas More'un Ütopya'sına atıfta bulunarak, halkın kullandığı helaları altından yapalım önerisinde bulunmuştur, şaka yollu. Peki elmaslar, inciler; onlar da çocukların oyuncaklarıdır. Büyüdükçe oyuncaklarını bırakan çocuklar gibi, büyüdükçe elmas, inci de değersizleşir insanların gözünde.

Şimdi böyle bir adanın sokaklarında bir adamın kucağında altın klozetine sarılmış halde koştuğunu, arkasından onu kovalayanın da "Bakın gördünüz mü? işte, onun altın klozeti var" diye bağırdığını düşünün. Bu Hayali Adanın insanlarına bile güldürdük kendimizi.

Son dönemlerde hukuk otoritelerimiz ilginç bir karar aldılar. Resmi nikahtan önce imam nikahı kıyılmasında herhangi bir mevzu bahis yoktur, dediler. Küçücük kız çocuklarının bir mal gibi alınıp satıldığı bir ülkede, bu; düşündürücü tabi. Thomas More'un Ütopya'sında ise kadınlar 18, erkekler 22 yaşından önce evlenemedikleri gibi, evlenmeden önce birbirlerini tanımalarına özellikle önem verilmekte. Evli çiftlerin boşanmaları ise ancak şiddetli geçimsizlik ve aldatma olması halinde mümkün. Aldatan eşler köle olarak cezalandırılmakta ve ağır işlerde çalıştırılmakta. Adalıların ilginç de bir gelenekleri var, kölelerine altın kolyeler, yüzükler takıyorlar. Belkide  altına, paraya düşkünlüğün bir nevi kölelik olduğunu bu yolla anlatmak istemiştir, Thomas More bizlere.

Yazının sonunda hangisi ütopya, hangisi gerçek karıştırdım açıkçası. Bizim ülkemizin de ütopik yanları çok galiba . Ya da olamayacak şeyleri oldurmakta üstümüze yok diyelim. Thomas More'un bu satırlara sığdıramadığım düşüncelerini merak ediyorsanız, Ütopya'yı mutlaka okumalısınız derim. 

Bunlar da ilginizi çekebilir. 
Creative Commons Lisansı
Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir.Tüm Yazılar Creative Commons Al 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

4 yorum:

  1. Güncel bir konu ancak bu kadar etkileyici anlatılabilirdi. Bazen düşünüyorum da, keşke bizim de bir ütopyamız (T. More' un yazdığı gibi) olsaydı. :)
    İzninizle, korkulan ütopya ile ilgili daha önce yazdığım yazımın linkini vermek istiyorum, belki birileri okur diye.

    http://sahriye.blogspot.com.tr/2012/10/yeni-dunya-duzeni-korkulan-utopya-mi.html

    YanıtlaSil
  2. Yazıdan keyif almanız beni mutlu etti.Sizin yazınızı da okudum. Açıkçası teknolojinin egemenliğinde korkulan bir ütopyaya doğru ilerlediğimizi düşünmek beni de endişelendirdi.

    YanıtlaSil
  3. Çok teşekkür ediyorum. Blog yazılarınızı keyifle okuyorum gerçekten.Bilmediklerimi de öğreniyorum dolayısıyla.

    YanıtlaSil
  4. Büyük bir ilgiyle okudum. Mukayeselerinizle zrnginleştirerek güzel yorumlamışsınız.. emeğinize sağlık..

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...