Felsefe
" Felsefe, hayretle başlar. "
Küçük bir çocukken;kar yağışını izlemek , gökyüzünden düşen beyaz tanecikleri seyretmek, sokakların, bahçelerin beyaza büründüğünü görmek, bizi mutlu eder, mutlu ettiği kadar da hayrete düşürür , bir mucizeye tanık olmuşuz gibi heyecana kapılırdık.
Zamanla büyüdük , kar yağışı üzerimizde aynı heyecanı ve mucizevi etkiyi yaratmaz oldu. Neden artık hayrete düşmüyoruz ? Onlarca kez karşılaştığımız bu doğa olayı bizde bir alışkanlık yarattığı için mi, yoksa kar yağışının bilimsel nedenlerini bildiğimiz için mi?
Doğanın sırlarını çözdükçe, hayret duygularımızda azalacak mı ? Ya da insanoğlunun hayret etme dürtüsü olmasaydı, bunca bilgiyi edine bilir miydi ?
Gelin şimdi hep birlikte, M.Ö. 8.yy. 'a Antik Çağ Yunan dünyasına geri dönelim ve Felsefe nasıl doğmuş birlikte öğrenelim.
Şimdi kendinizi o yüzyılda yaşıyor olarak hayal edin, günümüzün bilimsel gerçeklerinden bi habersiniz.İçinde yaşadığınız doğada bir takım olayları gözlemlemekte, ancak nedenlerini bilememektesiniz. Aniden gökyüzünden su damlaları akmakta, toprak ıslanmakta , çorak topraklar bir zaman gelip yeşermekte, gökyüzünden ışıklar çakıp gümbürdemeler gelmekte, gündüz geceye, gece gündüze dönmekte , mevsimler birbiri ardına geçmekte ve siz de tüm bunlara anlam verme gayretindesiniz. Tıpkı, kar tanelerini izleyen küçük çocuklar gibi.
Evet ! Doğada ki tüm olayların bir düzen içerisinde olduğunu ve bunların gerisinde temel bir nedenin olması gerektiğini akıl gücünüz ile idrak edebiliyorsunuz ancak elinizdeki bilimsel veriler daha fazlasına imkan tanımıyor. Bu durumda ne düşünürsünüz ? Sizin gücünüzü aşan, doğaüstü ve insanüstü varlıkların olduğuna inanırsınız, öyle değil mi ?
İşte o dönemin insanları da böyle yapmışlar, anlamlandıramadıkları doğal ve toplumsal olaylar karşısında doğa üstü güçlere inanıp, bir takım efsaneler üretmişler. Biz bunlara bugün mitoslar diyoruz.
Bu konuda en bilinen mitos yapıcılar Homeros ve Hesiodos'tur. Toplumsal yapıda farklılaşmalar oldukça, bu; mitlere de yansımıştır. Örneğin Yunan toplm yapısının yerleşim düzenini oluşturan bizim "Polis" adını verdiğimiz Yunan Kent devletleri, etrafı surlarla çevrili küçük köy yerleşmeleri şeklinde olup, soy esaslı bir düzende idiler. Toprak sahipleri, evleri ve aileleri ile topraklarının yanında kurulu düzen oluşturur, dolayısıyla toprak bölüşülürdü. Bu durum Homeros'un mitlerinde, doğaya egemen eşit Tanrıların varlığı ile özdeşlemişti. Herkes yazgısına, kaderine razı olmalı, payına düşeni kullanmalıydı. Ruh beden ile anlam bulur ,bedene enerji veren güç olarak görülür, öte dünyacılıktan çok asıl olanın bu dünya olduğu inanışı dile getirilirdi.
Zamanla Yunan Kent devletlerinde, deniz ticaretinin de etkisiyle , tüccarlar, çiftçiler, zanaatkarler gelişmeye, servetlerini arttırmaya başladılar. Bu durumda "Polis"'lerde yaşayan farklı halk gruplarının birbirleri ile anlaşabilmelerini sağlayacak ortak bir yol bulunması gerekti, bu yol adaleti ve servet dağılımını gerekli kılmış, Hesiodos'un mitlerinde adalet Tanrıçası ön plana çıkar olmuştu.
Peki ya toplumun ezilen kesimleri ? Kim mi bunlar ? Yunan toplumlarında köleler, kadınlar ve yabancıların söz hakkı olmazdı.Bunların servet edinme hakları da yoktu. Kısacası bu sayılan tabakanın bu dünyaya ait pek de beklentileri olamazdı. Onların da doğudan çaldıkları bir tanrıları vardı "Tanrı Dionysos" . Dİanysos, Tiranlarca öldürülmüş, sonrasında Tiranların ve Dianysos'un küllerinden insan meydana gelmişti. İnsanın iyi yönleri Dianysos'tan, kötü yönleri ise Tiranlar'dan gelmeydi. Amaç Dianysos'u yeniden bütünlüğüne kavuşturmaktı. İşte halkın bu ezilen kesimi, bu amaçla Tanrı Dianysos'a adanmış tapınma törenleri yapardı. Böyle zamanlarda içki içilir, sarhoş olunur, çılgın eğlenceler ile güle oynaya şehir yerleşiminde gezilir, zaman zaman taşkınlığa varan bu ayinlerde hayvanların hatta insanların parçalandığı, cinsellik içeren gösterilerin yapıldığı olurdu. Zamanla bu ayinler rutinleşmiş, meydanlarda yapılan bu ayinler şehrin diğer sakinlerince izlenir olmuştu.Bu gelenek, gösteriler ve izleyicileri ile antik tiyatro oluşumlarının da ilk filizlerini oluşturacaktı. Dianysos'çular ruh göçüne inanır, ölümden sonra ruhun başka bedenle yeniden dünyaya geleceğini düşünür, üç kere üst üstte iyi yaşayanların sonunda özgürlüğe kavuşacağını söylerlerdi. Yaşadıkları toplum düzeninde dışlanmış olan bu kesimin, umudu öte dünyada araması, hiç de şaşırtıcı değildi.
Özetle Antik Yunan dünyasının böylesine renkli ve farklı toplum kesimleri iyi kötü bir arada yaşamayı başarmışlardı.. Şehrin agora v.b. kamusal alanlarında halk kitleleri toplanıyor, fikirlerini sözlü olarak beyan ediyor, kısacası ilkel de olsa demokrasi geleneğini başlatıyorlardı.
Böylesine renkli bir mozağiğin içinde, özgür ve aykırı soruların yer bulmaması imkansızdı. Nitekim öyle de oldu. Toplumsal ve doğa olaylarına, efsaneler ve mitlerle verilen cevaplar insanları tatmin etmemeye,doğa ve toplumun bilinemezlerine aranacak cevabın, bizzat doğanın ve toplumun içinde aranması gerektiğine inananlar belirmeye başladı.
Bu insanlar yaptıklarının "Felsefe" olduğunu bilmiyorlardı elbette, ancak mitosa karşı logos'u (aklı) kullanıyorlardı. Ve böylelikle felsefenin de ilk tohumlarını atmış oldular...
Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir.Tüm Yazılar Creative Commons Al 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder