Bu sorulara yanıt ararken, kendinizi kaybedip, bir yok oluşa, ya da hiçliğe düştüğünüzü hissederek, hızlıca sorulardan kaçıp, rutin yaşantınıza sığınırken buldunuz mu kendinizi ?
Muhtemelen hayatın döngüsel çarkına kapılmış yaşarken, yukarıdaki soruları kendimize sormaya, sorsak bile cevaplarını düşünmeye zamanımız olmuyordur, çoğunlukla. Hele ki, açsak, paramız yoksa , evde geçindirmekle mesul olduğumuz bir ailemiz var ise, kısacası hayatın hırçın yüzüyle mücadele ediyorsak, derin sorgulamalara giremeden , yüzeysel yaşamaya da mahkum edilmişizdir, ne yazık !
Belki de modern hayatın tarafımıza dayattığı ve farkında olmadan yaşadığımız kölelik düzeninin bir parçası olmuş, her güne şehrin yoğun trafiği ile cebelleşerek başlayıp, modern rezidanslarda, son teknoloji bilgisayarların başında stresli iş saatleri ile akşamı edip, geceleri de televizyon başında pinekleyerek günü sonlandırmayı, hafta sonları arkadaşlarla gezip, senede bir iki kez de tatile gitmeyi "yaşamak" zannetmişizdir.
Peki gerçekte "yaşamak" bu mudur ? Yaşamın anlamı bu ise neden hala bir arayış içindeyiz? Bu arayışın nedeni bu yazının ilk paragrafındaki sorulara, yeterince tatminkar yanıtlar veremediğimiz için olabilir mi ? Ama cevabını bulamayacağımız soruları sormanın bizce anlamı yok öyle değil mi ?
Bizler soru sormamayı,sorgulamamayı, bize öğretilmiş ön yargıları kabullenerek yaşamayı, önümüze konulanı olduğu gibi kabullenmeyi, belirlenmiş sınırların dışına çıkmamayı öylesine benimseyerek yetiştirilmişiz ki , bir kum saatini andıran ömrümüzün son zerresine son sürat ilerlerken, anlam arayışından uzak,renksiz gri bir hayata mahkum edilmişliğimizin bile farkında değiliz ne yazık ki..
Oysa ki soru sormakla başlar her şey. Devlet nedir ?, siyaset nedir ?, iktidar nedir? ,ahlak nedir? diye sorun,soru sorup cevaplar aradıkça, farkındalığınız gelişecek, ön yargılarınız yıkılacak, aynı şeylere bakıp farklı şeyler görmeye başlayacaksınız. Hatta cesaretle Din nedir? Tanrı nedir? diye de sorun, bu soruları sormak sizi dinsiz ya da ateist yapmaz. Yüzyıllarca hayatın her alanına dair sorular sorup, bilgi arayışında olan "FELSEFE" disiplini sırf bu gerekçelerle tukaka ilan edilip tozlu raflara terk edildi. Yine bu nedenle pek çok insan, Descartes'in kendi varlığından bile şüphe ederek çıktığı yolda, Tanrı'nın varlığının inkar edilemez bir gerçek olduğu sonucuna nasıl vardığına tanık olamadı.
Çünkü yığınların düşünmesi, hesap sorması, sorgulamasından korkuldu. "Felsefe" entelektüel çevrelerin ilgi alanı diye lanse edildi. Halbuki, felsefeye en çok yığınların, halkın ihtiyacı var. Düşünmek iyi de; küçük harfli düşünceler, bir gün büyüyüp çığlıklara dönüşürse, işte en çok bundan korkuldu.
Ve bugün gelinen noktada okullarda en az okutulan hatta tamamen kaldırılması düşünülen bir ders haline getirildi "FELSEFE". İlahiyat fakültelerinde, felsefi disiplin ile ilgili ders sayısı düşürüldü.
Gelin bunlara inat biz felsefeyi tozlu raflarından indirelim, bu filozoflar hayata dair neleri merak etmiş, hangi sorulara nasıl cevaplar vermiş birlikte öğrenelim. Ne dersiniz? Benimle felsefi bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız ?
O halde son sözü Sokrates'e bırakalım
"SORGULANMAMIŞ HAYAT, YAŞAMAYA DEĞMEZ"
Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir.Tüm Yazılar Creative Commons Al 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder